Öğrencilik yıllarında, olup biteni takip edelim diye, sınıfça birkaç gazete almaya karar vermiştik. Yalnız bir arkadaşımız, katılamayacağını söyledi. Parası olmadığından değilmiş. Alınacaklar arasında, ahlâka aykırı yayınyapanlar varmış…
Olabilirdi. Görüşüne sınıfça saygı duyuldu.
Ertesi gün, antlaştığımız bayi, gazeteleri getirdi. İşi ucuza mal etmiştik. Birlikten kuvvet doğmuştu.
Bir gün, para vermeyen arkadaşımızın, o karşı çıkmış olduğu gazeteleri evire çevire okuduğuna şahit olduk. Utanır diye, görmezlikten geldik.
Bir gün böyle, iki gün böyle…. Çaktırmadan kurnazlığını yürütüyordu…
Nihayet bir gün, kendisini kenara çekerek, şunları söyledim:
“Bak, arkadaş!.. Paranız olmayabilir… Ama olduğunu söyledin. Ahlâk dışı yayın yapıldığından bahsettin… Bütün sınıf seni mazur gördü. Amasen, gizli gizli, sakıncalı gördüğün bu gazeteleri okuyorsun!.. Hem de en ince ayrıntılarına kadar… Sana göre, ahlâksızlık, beleşten gelirse, normal mi?”
Kızardı bozardı… Fena halde bozuldu. Bir iki yutkundu. Cevap da veremedi. Arkasını dönüp gitti…
Aradan birkaç hafta geçmişti. Aramızda ne selâm ne sabah!… Üstelik fena halde içerlemiş… Bir iki selam vermeye teşebbüs ettim; sırtını çevirdi…
Neydi suçum?
Yoksa, ben de mi hilesini görmeseydim!..