Bir gün birisi gelerek, “Ne olur, beni kardeşlerimle barıştır” diye ricada bulundu. Aralarında miras kavgası varmış.
Önce meseleyi dinleyip anlamaya çalıştım…
Bu arada bir ayrıntıya da girdi. Anne ve babası, ömrünün son zamanlarında onun yanında oturuyormuş. Onun için, kendine göre, mirastan fazla pay alma hakkı varmış(!)
Kendisine şöyle bir teklifte bulundum…
Kardeşlerinden birinin de bulunduğu bir ortamda, meseleyi enine boyuna masaya yatıralım.
Buna razı oldu…
Arkasından da şöyle bir soru sordum:
-Hakkaniyet ölçülerine göre problemi ele aldıktan sonra, senin gönlünden geçenlere uymayan bir durum ortaya çıkarsa, buna razı olacak mısın?
Evet, dedi… Hem de birkaç kişinin yanında…
Bir hafta sonra, isteğini bir kez daha dile getirdi. Yine hakka hukuka razı olacağını ifade etti… Hem de yüksek sesle.
Bu sefer beklemeye başladım. Acaba ne zaman gelecekler?
Aradan haftalar geçti, ses seda yok…
Yok, yok…
Acaba niye?
Bir kere anne babası, hayatlarında, bakıma hiç muhtaç olmamışlar. Hatta ona maddi ve manevi yönden destek de olmuşlar.
Ayrıca, muhtaç olsalar bile, hiç anne-babaya bakmak teraziye konur mu? Bu nasıl evlatlık? Hangi vicdan bunu kabul eder?
Görünüşe bakılırsa bu tipler, problemlerinin çözülmesini istiyor. Ama gerçeklerle yüz yüze geldiğinde, kedi kokusu almış fare gibi deliğine kaçıyor…
Haydi, diyelim ki bu sıradan bir vatandaşın kafa yapısı…
Bu konuda okumuşu okumamışı, bilgilisi bilgisizi, dindâr denileni denilmeyeni, şu ya da bu meslekten olanı pek de fark etmiyor.
Şu husus çok iyi bilinmelidir:
Bir kere menfaat duygusu insanın akıl ve vicdanını esir alınca, hep kendine yontuyor. Böyle olunca da egolar şiştikçe şişiyor ve her tarafı kaplıyor. Dolayısıyla biz’lere yer kalmıyor.
Peki, böyle şartlarda barış içinde bir arada nasıl yaşanacak?