Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

GERÇEK DOSTLUK

Uzun yıllar doktorluk yapmış, tecrübesi ve kültürel birikimiyle de etrafında saygınlık uyandırın uzman bir hekim tanırım. Bir gün bir vesileyle, bir zamanlar içtikleri su ayrı gitmeyen bir arkadaşından bahsetti.

Bir de bu arkadaşının iş ortağı varmış. Ama hekim, her işe burnunu soktuğu için onu pek de sevmezmiş.

Bir gün ne olduysa olmuş; arkadaşının bu ortağıyla arası fena halde açılmış. Sonunda da aralarındaki bütün köprüleri atmışlar.

Hekim ilk etapta, arkadaşının haklı olduğunu düşünmüş. Çünkü hata yapabileceğini aklının ucundan bile geçirmemiş!

Ama çok geçmeden, olayın hiç de göründüğü gibi olmadığını fark etmiş. Bu sefer vicdanı rahatsız olmuş.

İlk işi, arkadaşını uyarmak olmuş.

Eh, ne derler?

Dost acı söyler…

Fakat arkadaşı öyle bir kızmış ki…

Vay, sen misinin bunu bana söyleyen? Hem arkadaşım olacaksın, hem de bozuştuğum kimselere arka çıkacaksın!

Aslında kimseyi kayırdığı falan yokmuş. Sadece haksızlık karşısında susmamış. Hepsi o kadar.

Sonunda ne olmuş, biliyor musunuz?

Bin bir emekle ilmek ilmek örülen o dostluk, bir anda heba olup gitmiş! Hem de bir daha dönmemek üzere…

Öyle anlaşılıyor ki böyle körü körüne oluşturulan dostluklardan pek hayır gelmiyor. Eninde sonunda bir yere tosluyor.

Onun için dostluklar ve arkadaşlıklar bir inanca ve ideale dayalı olmalı. Asla menfaat kaygısı taşımamalı.

Hz. Peygamber zamanında geçen bir olay bunu gayet güzel anlatır…

Bir gün Muhacir[1] ve Ensar[2] çocukları arasında bir niza çıkar. Bir anda bir taraf “Yetişin ey Ensar!”, diğer taraf da “Yetişin ey Muhacirler!” diye bağırmaya başlar.

Bunu duyan Hz. Peygamber, “Nedir, bu câhiliye toplumu davası?”[3] diye sorar.

Bunun üzerine şu bilgiyi verirler:

-Ey Allah’ın Peygamberi! Öyle kayda değer bir şey yok. İki çocuk kavga etmiş ve biri diğerinin arkasına vurmuş…

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle bir açıklama yapar:

-O halde zararı yok. Kişi zâlim de olsa, mazlum da olsa din kardeşine yardım etsin. Zâlimse onu men etsin. Zira bu onun için bir yardımdır. Mazlûm ise ona yardımda bulunsun…[4]

Görülüyor ki burada yeni bir yardımlaşma ve dayanışma anlayışı söz konusudur. Buna göre iyiye de kötüye de yardım etmek gerekiyor. Fakat zulme uğrayana arka çıkarak,  zulmedenin de karşısına çıkarak… Tabiî bu biraz Allah korkusu, biraz vicdan, biraz şahsiyet, biraz da cesaret meselesidir. Rızkını kuldan bekleyenler, helal haram fark etmez diyenler, makamda mansıpta, şöhrette ve parada gözü olanlar,  bunu kesinlikle yapamaz.

Her halde şu hikmetli sözler boşuna söylenmemiş olsa gerek:

Dost dostun ayıbını yüzüne söyler…

-Dostun attığı taş baş yarmaz.

Fakat görünürdeki dostluk anlayışları, maalesef böyle değil. Genelde çıkarlar söz konusu. Bu tiplerin dostlarından (!) beklentileri de şudur:

– Birinci vazifeniz, her yaptığımızın bir hikmeti olduğunu düşünmek ve itiraz etmeden her türlü şartlar altında savunmaktır!

Ya böyle yapmazlarsa ne olur?

Bir kere dokuz köyden kovarlar. Aşağılarlar… Önemsizleştirmeye ve niyetlerini okumaya çalışırlar. Dünyasını zindan ederler. Daha adı bile konmamış suçlarla suçlarlar.

Öyleyse ne yapmalı?

En iyisi Diyarbakırlı Said Paşa’nın (1832-1890) şu sözlerine kulak vermek:

Sen usandırma eli el de usandırmaz seni.

Hilekârlık eyleme kimse dolandırmaz seni.

Dest-i a’dâdan[5] soğuk su içme ki kandırmaz seni.

Korkma düşmandan ki âteş olsa yandırmaz seni.

Müstakîm[6] ol Hazret-i Allah utandırmaz seni…

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] Muhacir: Sırf Allah rızası için Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlar.

[2] Ensar: Hicret eden Müslümanlara yardım ettikleri için Medine’li Müslümanlara verilen ad.

[3] Câhiliye: Kur’an’ın indiği zamanki Mekke toplumunun anlayışını anlatan bir kavram… Adı üstünde câhillik… Kabalık, görgüsüzlük, insanları köleleştirme, güçlülerin haklı olmaları, putları Allah’a aracı olarak görüp tapma, bazı ailelerin kız çocuklarını diri toprağa gömmesi, kendi akraba ve aşiretine hiç sorgulamadan arka çıkıp uyma vs. cahiliyenin belirgin özelliklerindendir. Bu arada işin kara mizah tarafı da şudur: Bu devirde misafire saygı, mertlik, emanına sığınıldığı takdirde düşküne yardım, Ka’be hizmetleri vb. güzel hasletler de var. Ama iyi ile kötünün birbirine karışması çok vahimdir. Aldatıcı olan da budur. Yani yerine göre zâlimlikle merhamet bir arada! Hz. Ali dönemi olayları iyi incelenirse, bu anlayışa pek çok örnek bulmak mümkündür. Günümüz Müslüman toplumlarının da çıkmazı buradadır. Demek ki tarihten ders alınmamış. Onun için de tekrar edip duruyor.

[4] Müslim, Bir, 62.

[5] Dest-i a’da: Düşman eli.

[6] Müstakîm olmak: Dosdoğru olmak.

Yorum Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir