Bir zamanlar bir köyde, av yapamadığı için aşağılık duygusuna kıpılan kelli felli birisi varmış… Hep içinde bir eziklik hissedermiş. Yalnız bir gün, köy kıraathanesine gelerek çantasından bir şey çıkarıp hava atmaya başlar…
-İşte size keklik!
Orada bulunanların, “Ne kekliği? Saksağan bu” derler.
Bu karşı çıkış neticesinde adamın tepesi atar. Başlar, verip veriştirmeye…
-Ne saksağanı? Bana göre bu bir kekliktir… Hem de alalı keklik… Siz de kim oluyorsunuz? Kuşlara ad konulurken yanlarında mıydınız?
Kısacası adam, dediğim dedik çaldığım düdük, diyen cinstendir.
Haydi, sıradan köylümüz böyle… Ya okumuş yazmışlarımız, gün görmüşlerimiz, siyasetçilerimiz, ekonomistlerimiz, bilim adamı denilenlerimiz, üniversitelilerimiz, esnafımız, tüccarımız, müşterimiz nasıl?
Hele de din hizmeti sunanlar!
Bunların çoğunda benzer tutum ve davranışlara şahit olmak mümkün.
İşte size bir kaç misâl…
Bir Ramazan ayı iftar programında, allı şanlı bir televizyon hocasına soruyorlar:
-Hangi belde daha üstün? Mekke mi, Medine mi?
Cevap veriyor…
-Hz. Peygamber’in cesedinin temas ettiği toprak elbette ki üstün!..
Tabiî ki din bu tip anlayış ve yorumları onaylamaz.
Bakınız, Hz. Peygamber, Ebu Zer El-Gıfarî’nin “Ben hep seninle kalmak istiyorum” dileğine karşı şu tavsiyede bulunur:
-Nerede olursan ol, Allah’tan kork. Şayet bir kötülük yaparsan, arkasından hemen bir iyilik yap. Böylece o, onu silip götürür.
Yani, üstün olmanın ölçüsü, her türlü şartlarda Allah’a inanıp güvenme ve O’nu hesaba katmayla ilgili. Onun için, şu ya da bu beldede yaşmak bir anlam ifade etmez.
Akademik unvanı da olan başka birisi, yine bir Ramazan programında, şu akıl ve mantık dışı şeyleri anlatıyor:
-Hicrî altıncı yılda Hudeybiye antlaşması yapılıyor. Bu esnada Hz. Peygamber konuşurken ağzından tükürükler sıçrıyor. Ashap da bu çıkanlar üzerime gelsin diye, sağa dönerse o tarafa; sola dönerse o tarafa gidiyor…
Maalesef, bu tip çarpık din anlayışı her tarafı kaplamış. Dahası, toplumların kültürleri ve gelenekleri de buna göre şekillenmiş.
Kur’an Hz. Peygamber’e şu tavsiyede bulunur:
-“Ben de bir beşerim” de… Yani, insan olduğunu söz ve hareketleriyle vurgulaması istenir.
Aynı şekilde, Hz. Peygamber de sık sık, bir beşer (insan) olduğunu çevresindekilere söyler ve bu konuda geçmiş toplumların yaptıkları hataları hatırlatır.
Bunun anlamı şudur… Vahiy (ilâhî mesaj) alması dışında, o da normal bir insandır. Yeri gelir, hata eder. Ama hata tekrarı yapmaz. Uyur, yer içer, kızar, evlenir, alış veriş yapar vs… Dolayısıyla, tükürüğü ve teri de normal bir insanınki gibidir.
Ama şunu da unutmamak gerekir… Hz. Peygamber’in eşyalarının bir hatıra değeri elbette ki vardır. Fakat bunları bir “dilek ve uğur getirme aracı” olarak görmek doğru değildir.
Şimdi bütün mesele şu…
Kafalarda doğru din anlayışı nasıl oluşturulacak?
Bu konuda pek çok gözlemlerimiz ve araştırmalarımız olmuştur. Meselâ bir kesime gidip anlatıyorsunuz… Daha işin başında, dinlemeden ve anlamadan “Ey vah! Laiklik elden gitti!” diyerek karşı çıkıyor.
Ya kendisini “dindâr” olarak niteleyen kesim?
Onlar da “Ey vah! Din elden gitti!” diye feryadı basıyor.
Bütün bunlara rağmen, hiçbir zaman ümitsiz olmamak gerekir. Bilgi, samimiyet ve sabırla yola devam şart.
Ha, bir de şu var…
Dokuz köyden kovulmayı göze almak!
Çünkü her taraf, alalı keklik avcılarıyla dolu…