Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

FİTNE ÇIKARMAK

Fitne“, kökeni Arapça olan bir kelimedir. “Deneme, imtihan, kargaşa, fesat, ara bozma, kışkırtma, rahatsızlık, isyan, büyüleme, toplumun ve kişilerin baştan çıkarılması, iç çekişme, hak yolundan engellenme, bölünme tehdidi algılama vb.” anlamlara gelmektedir.[1]

İnsanların aralarını açıp birbirlerine düşürenlere fitne sokan kişiler olarak bakılır. Bunu alışkanlık haline getirenlere de “fitne kumkuması” denilir.

Çeşitli anlamları bir araya getirip topladığımızda, anlıyoruz ki “fitne“, genelde, olumsuz düşünce ve davranışların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Tarih boyunca da hep böyle olmuştur. Kültürümüzde de bu böyledir. Kur’an ve Hz. Peygamber’in sözlerini incelediğimizde de durum aynıdır. Meselâ yalan, dedi-kodu, adaletsizlik, iftira, zulüm, baskı, bencillik, tutarsızlık, iki yüzlülük gibi düşünce ve davranışlar, toplumda hep fitneye sebep olmaktadır.

Hal böyle iken, insan bazen, bunun tam aksini savunan kişilerle de karşılaşabiliyor.

Anlatayım…

Bir zamanlar, bir sohbet esnasında, bir gurup öğretim üyeleriyle birlikte, eğitim ve ahlâk meselelerini tartışıyorduk. Bir ara söz dönüp dolaşıp bir takım grup ve yapıların din anlayışlarına geldi. En çok da “kader, liderlere tapınma, insanları kutsallaştırma ve aşırılıklar üzerinde herkes kendine göre bir şeyler söylemeye çalıştı. Ama neticede, aşağı yukarı, bir fikir birliğine varıldı.

Ne demişler?

Bârika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar.

Yani, “fikirlerin çarpışmasından hakikatin ışığı ortaya çıkar.”

Gerçekten çok isabetli bir söz. Katıldığımız toplantıda bu, bir kez daha doğrulanmış oldu.

Tam sohbet bitmişti ki; aklıma bir fikir geldi. Söylesem mi, söylemesem mi? Aklım “durma söyle” diyordu. Çünkü böyle bir fırsat her zaman ele geçmezdi.

 Hemen aramızda bulunan bir grup liderine yaklaşarak nazik bir şekilde dedim ki..

-Bağlı olduğunuz gruba, burada konuştuklarımızı anlatmaya ne dersiniz?.

Keşke demez olaydım. Daha lafımı tamamlamadan, birden yüzünün rengi değişti.

Sonunda ne dedi, biliyor musunuz?

-Söylersem fitne çıkar!..

Hayret etmemek elde değil.

Ama işin vahim bir tarafı daha var… Orada bulunanların hiç birisi sesini çıkarmadı. Ne açıklama istediler ne de sorguladılar. Sanki biraz önce, mantıklı ve doğru laflar eden onlar değildi!

Aradan yıllar geçti. Ama, bu manzara gözümün önünden hiç gitmedi.

Bir sohbet esnasında, ilmine ve gayretlerine saygı duyduğum bir öğretim üyesi, kendi başından da benzer bir olay geçtiğini anlattı.

Şöyle ki…

Bir gruba Arapça dersi veriyormuş. Okudukları metinler de bayağı ciddî meselelere temas ediyormuş. Bir ara Hoca, öğrencileri arasında bulunan birisine dönüp şöyle bir ricada bulunmuş:

-Siz, oldukça fazla sayıda kişilere liderlik ve mürşitlik yapıyorsunuz. Gördüğüm kadarıyla, ders metninde ele alınan hurâfelerin[2] dinin ve ahlâkın içini nasıl boşalttığını siz de kabul ediyorsunuz. Bunu bir de cemaatinize anlatarak aydınlatsanız…

Adam öyle bir şoke olur ki… Adeta dünyası alt üst olur.

Hoca sanki ondan, bütün karizmasının çizilmesine yol açacak bir şey istemişti.

Biraz düşündükten sonra, kendini toparlayarak şu açıklamada bulunur.

-Tamam, ben de burada, aynen söylediğiniz gibi düşünüyor ve inanıyorum. Ama gel gör ki bunları onlara söylersem fitneye yol açar!..

Öyle anlaşılıyor ki, bir yerde, kendi saltanatlarını sürdürmek isteyen kişilere göre, doğruları söylemek fitneye sebep olmaktadır!

Sosyolojik açıdan bunun gerçek tarafı var mı?

Var.

Yeni fikirler ve bazı doğrular, bir takım kişi ve toplumların uykusunu kaçırabilir.

Bu durum, daima göz önünde tutulmalı. Nitekim uzun süre karanlık ortamda yaşayan birisi birden aydınlığa çıkarılırsa, dünyası allak bullak olur.

Böyle durumlarda, tedriç[3] metodu uygulanmalı. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra...

Sonra, bir takım kişilerin menfaatleri ve alışkanlıkları söz konusu olabilir. Onlar yeni düşüncelere ve doğrulara pek iyi gözle bakmaz.  

Ama ne olursa olsun, asıl amaç, bir yolunu bulup insanları doğrularla buluşturmak ve yeni ortama alıştırmak olmalı. 

Bu gözlem ve deneyimlerimizden sonra, çeşitli kişi ve çevrelerle konuyu o kadar çok tartıştık ki… Maalesef, her kesimde, kendi taraftarlarından gerçekleri gizlemeye çalışan o kadar çok etkili lider takımı var ki…

Sonra, bunların konforlarına diyecek yok. Paraları, güçleri, şöhretleri, unvanları, itibarları ve her yerde dayıları var. Yok yok! Biraz zorda kalırlarsa, seslerini de yükseltiyorlar. Yerine göre korkutup tehdit de ediyorlar. Hatta rüyaların bile korkulu rüyası bunlar…

Peki, bu kadar güce rağmen, gerçekleri niçin gizliyorlar?

Her halde, doğruları kaybetmeyi, nüfuzlarını kaybetmeye tercih ediyorlar.  

Öyle sanıyoruz ki en büyük fitne, fitnenin ortadan kaldırılması için hiç bir amaç ve hedefin olmamasıdır. “Bu insanlar henüz gerçekleri kaldıramaz. Yanlış anlaşılmalara sebebiyet verir” diye savunma yapmak pek de inandırıcı olmasa gerek.

Bu gözlem ve araştırmalardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Bütün bu ileri sürülen mazeretler, kişinin kendisine “kendini kandırma operasyonu” çekmesidir. Belki de hayatın en büyük dramı budur. Hele de bir ömrün böyle geçtiği düşünülürse…

Aklınıza yatarsa, bu konuda sizler de kafa yorabilirsiniz.

Tabii ki karar sizin.


[1] Arapça lügatlerde fitne’nin (فتنة) kelime anlamı şudur: Hakiki olup olmadığını anlamak için altın ve gümüşün eritilerek ya da yakılarak test edilmesi.

[2] Hurâfe: Dinden olmayıp da din yerine geçen akla ve gerçeğe aykırı inanç, söz ve hareketler.

[3] Tedriç: Önemli bir eğitim ilkesidir. İnsanlara bir konuyu, yavaş yavaş, aşamalı bir şekilde, seviyeleri dikkate alınarak anlatmaktır.

Yorum Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir