Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

HİLENİN BÖYLESİ

Bir gün köylünün birisi, yanına bir külek dolusu tere yağı alarak şehre gider. Fazla vakit geçirmeden, doğruca, eski sattığı tüccara varır.

 Dükkân sahibi bu eski dostunu tanır ve çok hürmet eder.

Ve bu arada, şöyle bir teklifte bulunur:

-Şimdi yağını boşaltsam, kabı sana yük olur. Sen gez dolaş, rahatça işlerini gör. Dönerken darayı düşüp hesabı görürüz.

Tamam, der köylü.

Bunu fırsat bilen kurnaz tüccar,  hemen yağı boşaltır. Tahtadan yapılmış olan kabını da kaynayan kazanın içine atar. Sahibi gelinceye kadar da bekletir. Tabiî ki bu esnada külek, şiştikçe şişer.

Sonra hesabı görmek için köylü gelir. Hemen, kaç kilo yağ olduğunu anlamak için boş külek teraziye konur.

Fakat o da ne? Gördüklerine inanamaz!

Boş kap, nerdeyse, içi yağ dolu halinden daha ağır basmaktadır. Bir an gördüklerine inanamaz. Acaba, terazide mi bir yanlışlık var, diye düşünür. Tekrar tekrar tartarlar; yine aynı sonuç çıkar.

Allahım! Sen aklıma mukayyet ol, diye mırıldanır içinden…

Zavallı adam, kaynatma işini nereden bilsin? Ama bildiği bir şey vardı ki, o da yağının göz göre göre arada kaynatılmasıydı.

Sormadan edemez…

-Allah aşkına söyle… Sabah getirdiğimde, bu kabın içinde hiç mi yağ yoktu?

Pişkin tüccar, rahat bir şekilde şu cevabı verir:

-Bizim teraziye güvenmiyorsan, komşu dükkânlarda da tartabilirsin…

Diyelim ki tarttı. Sonuç yine değişmeyecek.

Bütün mesele şu…

Her şeyden önce, bu tip tüccarların vicdanlarını tartacak bir terazi bulmak!

 

Yorum Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir